Wednesday, May 4, 2011

Transandantal Dervişler Ocağı

Transandantal Dervişler OcağıTransandantal Dervişler Ocağı
Güneşin Zaptı Yakın
Transandantal Dervişler Ocağı'na hoşgeldiniz!
Ekmeğinizi, suyunuzu alın.!
Ve dönmeye başlayın...
Ocağın Temel Kelamı

"Hayat, koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde kopartılan patırtıdır; evren ise sara hastalığına tutulmuş geometri..." Cioran

22 Mart 2011 Salı
Varoluşun Sertifikası
"Nous faire exempter de la vie parce qu'elle n'est pas notre élément? Personne ne délivre des certificats d'inexistence."

Cioran - Précis de Décomposition


"Hayat bizim ortamımız değil diye kendimizi hayattan muaf mı tutturalım? Var olmama belgesi veren kimse yoktur."

Cioran- Çürümenin Kitabı
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Salı, Mart 22, 2011 0 yorum
Etiketler: Felsefe, Kısa Kısa, Tribal, Varoluş
28 Şubat 2011 Pazartesi
Sevgilerde
Bunun paylaşılması gerekliydi...Boğaza oturan Adem Elması gibi..


Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.



Behçet Necatigil
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazartesi, Şubat 28, 2011 0 yorum
Etiketler: Şiir
10 Şubat 2011 Perşembe
Altılı Ganyan
Alacakaranlık

Tüm şarkıların yazılmış olduğu,
Tüm sözlerin söylenmiş olduğu,
Ancak hiçbir tarifin yapılamadığı...

Gün

Kubbeler altınla kaplandığında,
Puslu havasında büyük şehrin,
İnsanlar çıkarlar.
Yürüdükleri yeri bilerek,
Ama umursamaksızın.

Öğlen

Sigara molalarında,
Ağır kaçmış yemeği bastırırken,
Ya kalabalıktan kaçar,
Ya da ona karışır...

İkindi

Kaldırımlarda uçanlar,
Otoyollarda koşanlar,
Hengame, telaş,
İnsanların sonsuz bitkinliğinde

Akşam

Kutulardan birini seç,
Kutun yoksa kendi oyuncağını yarat,
Yahut git ve kendini kaybet.
İşte sana istediğin ışıklı akşam manzarası...

Gece

Huzursuz ruhların sabahı,
Dinlenememiş akılların işleyişinde,
Yapılamamışlar ve yapılamayacaklar,
Devaları çaylar, ve de kahveler...
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Perşembe, Şubat 10, 2011 0 yorum
Etiketler: Şiir
06 Şubat 2011 Pazar
Unutulmayacaklar - 2
Büyük Osmanlı devri adamlarından...Günümüzde hatırlanması gereken nadir kimselerden...En muazzam biyografi, derleme ve toplumsal tarih ve hafıza erbablarımızdan..

“Hezar gıbta o derr-i kadîm efendisine
ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine"
Yahya Kemal onun hakkında...

Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazar, Şubat 06, 2011 0 yorum
Etiketler: Edebiyat, Tarih, Unutulmayacaklar
05 Şubat 2011 Cumartesi
Yarınlarda
Yarın gitmek istiyorum buradan
Korkuyorum,
Üşürüm diye.

Yarın gitmek istiyorum buradan
Çekiniyorum,
Verdiğim sözlere.Ve beklenene.

Yarın gitmek istiyorum buradan
Apansız, habersiz, sedasız,
Olay olma hırsından ari;
Üşeniyorum,
Tembelliğime...

Yarın gitmek istiyorum buradan,
Öylesine, öylesi istiyorum
İşte...
Sıkılıyorum, ihtimal-i sıkıntıma...

Yarın gelmek isterim geri,
Hallice,
Eski bildiğime. Duyulardaki eskilere.

Ama,
Yarın bambaşka olmayacak,
Biliyorum.
Ve kabulümle memnunum...

Yine de siktirip gitmek istiyorum,
Yorgun, ama durulmadan..
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Cumartesi, Şubat 05, 2011 0 yorum
Etiketler: Şiir
19 Ocak 2011 Çarşamba
Košice

16. Yüzyıl kaynaklarında Istanbul, Viyana ve Paris ile beraber o dönem Almanca adı Kaschau olan ve Macar Krallığı ile de ilintisi bulunan bu Slovakya şehri, Avrupa'nın en ihtişamlı kentlerinden birisi olarak geçmektedir..
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Çarşamba, Ocak 19, 2011 0 yorum
Etiketler: Mimari, Tarih, Şehir
18 Ocak 2011 Salı
Karl Popper

1902'de Avusturya'da dünyaya teşrif edip 1994'te müteveffa olmuş, felsefe ve sosyoloji alanları bakımından bilinen ve önemli bir isim olan Sir Karl raimund popper'ın en temel teoremleri bilim felsefesi üzerinedir. `verification` - yani doğrulama temel ölçü iken kendisi `principle of falsification` doğrultusunda `refutation` - çürütme/tersi ile sınama vasıtasıyla kuramların yanlışlığının ortaya çıkarılarak yürürlükteki kuramların oluşturulmasının bilimsel metotta esas olması gerektiğini savunmuştur. Eleştirilemeyecek, karşı çıkılamayacak kesin bir bilimsel kural yoktur(Gerçi popper bazı yerlerde(örn: evrim mevzuu gibi) oynak bir hava içindedir). ilk adı William Whewell tarafından konan "varsayımcı tümdengelim"in(hypothetico-deductive model) savunucusudur. Bu teorileri destekçi bulduğu kadar eleştiri de almıştır; zira insan olmasa da var olan bir doğa vardır ve insanın buradan çıkarsadığı bir bilgiyi doğrulamak olmalıdır esas amaç, aksiyle sınamaktan ziyade; mantığıyla eleştirilmiştir.

Kendisinin diğer fikirleri de esasında bilim felsefesindeki temel doğrultusunda şekillenmiştir. Kendisi bu arada eski bir marksisttir ancak daha sonra temel noktalar üzerinden Marksizm eleştirisine girmiştir. Siyaset felsefesi bakımından yine ideal bir toplum ve sistem olmadığını, ütopyanın hükümsüz olduğunu belirtmiştir. Determinizm'e hep karşı çıkmıştır ve onu `tarihselcilik` ve `otoriterlik` ile bağıntılamıştır. `Realist` bir açıdan yaklaşır. Sistemin değerlerini yenilenebilirlik, dinamizm ve organiklik olarak kurmuştur ve de sistemin ancak düzenleyenlerin zekaları ölçüsünde olabileceğini ve `Zaman testi`ne(`Test of Time`) karşı dayanıksız olduğunu savunmuştur. O bakımdan eleştiri ve esnek problem çözümünü şart bulmuştur. "Açık toplum" ideası da bu yöndedir; ancak illa ki `Soros`ik oluşumların bugünkü mantığıyla bağdaştırmamak gerekir kanımca.

Yine insan mutluluğu üzerine de aynı bakışla yaklaşmış, mutluluk için de kesinlik olmadığını, ancak mükemmeli yaratmak yerine dert ve problemleri giderip kötüyü ortadan kaldırmanın en iyi yol olduğu düşüncesindedir.

Yani nihayetinde Popper'ın iki kelimelik özetini vereyim ben size, tüm fikirleri ve üzerine çalıştığı sosyal bilim dalları için geçerli:

`falsification` ve `refutation` - `çürütme`/`tersi ile sınama`
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Salı, Ocak 18, 2011 0 yorum
Etiketler: Bilim, Felsefe, İnsan, Siyaset, Sosyoloji
17 Ocak 2011 Pazartesi
Quetta
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazartesi, Ocak 17, 2011 0 yorum
Etiketler: Mimari, Şehir
Cururu Kurbağası

Bir cururu kurbağası
Irmak kıyısında
Kurbağa şarkıya başladı mı
Küçük kız,
Üşüdüğünü söyler...
Üşüdüğünü söyler...
Üşüdüğünü söyler...
Üşüdüğünü söyler...

Çocukluk çağında okunabilecek, her zamana hitap edebilecek Jose Vasconcelos'un efsanevi Zeze romanlarının belki de en çarpıcısı olan Güneşi Uyandıralım'ın sonundaki mısra dizisi..

O Meu Pé de Laranja Lima --- Şeker Portakalı
Vamos Aquecer o Sol --- Güneşi Uyandıralım
Doidao --- Delifişek

Biz onları çok sevdik..Unutamadık.Unutmadıkça, hatırladıkça da yazacağız.
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazartesi, Ocak 17, 2011 0 yorum
Etiketler: Edebiyat, Kitap, Portugues
16 Ocak 2011 Pazar
AKP'nin Kamu Hizmeti Anlayışı
Öncelikle genel bir çerçeveyi vermek için şu yazılardan buyrun:
Kamu Hizmeti(Tanım)
Kamu Hizmeti(Türkiye'de Sorun)

Yıllardır dikkatimi çekmekte olan bir husus var. Aslında bu bir bakıma eskilerden günümüze uzanan bir zihniyetin temsilciliği. Devlet hizmetinde hükümetin kullanımında olan bütçenin bu devirde devletin üretim faaliyetinden el çekmesi sonucu temel gelir kaynağı halkın ödediği vergilerdir. Bu kaynağı kamu namına kullanan kişiler de kendilerine ödenen belli bir maaş karşılığı bunu yaparlar. Ancak ülkemizde AKP adlı bir parti var ve bu parti döneminde devletin yaptığı her kamu hizmeti bir `şarki` ve ideolojik bir `kişi yüceltme zihniyeti` doğrultusunda salt belli kişilere izafe ediliyor. Esasen bir amaç, bir görev olan kamu hizmeti, hatta anayasal ve devletin temel fonksiyonu olan kamu hizmeti, AKP tarafından hizmet değil de halka bir lütuf olarak gösterilegeliyor. Hoş, seçim zamanı kömür ve beyaz eşya dağıtımcılığını hizmet olarak gören bir zihniyetten daha fazlasını beklememek lazım belki de; ama `el insaf` diyecek halleri görüyor insan, bir vakit gelecek ağaçta yetişen elmadan bile AKP'ye minnet duymak zorunda kalacağız!

"Kanıtlamazsan şerefsizsin" hıncıyla bağırışlar duydum ve korktum!! Örneklerle gireceğim ondan.

örnek 1:
"Ankara büyükşehir belediyesi kızılırmak projesini gerçekleştirmeseydi ankara ekim ayından itibaren susuz kalacaktı"

Mesela burada gülüşüyle günlerimizi aydınlatan bay başkan'ın yerel seçim döneminden kalma bir güzellemesi var. Birkaç ay boyunca susuzluktan kırılmış Ankara halkı bay başkan'ın bu büyük lütfu sayesinde bir damla su için dilenmekten kurtuldu. Bay başkan bizi çölde seraplara düşmekten kurtardı. Aslında yapmak zorunda da değildi hani. Sağolsun lütfetti.

Örnek 2: `Aslantepe`

Başbakanımız sağolsun mesela aslantepe yapıldı. Bizzat cebinden verdi başbakanımız ve bu stad bitiriliverdi. Aslında buna zorunluluğu yoktu hiç, yani hiç yapmaz aslında değil mi? Ama toki başkanı vb. arkadaşlarıyla işte bu zor günlerimizde türkiye'ye bu nadide eseri lütfettiler. Yani isteseler kitabına uygun komisyonculuk, parsalama, emlak vasıtasıyla zenginleşme gibi bir takım yöntemlere başvurabilirlerdi ama yapmadılar. `Gerizekalı kuş beyinli nankör şerefsizler` olarak(ABGS müşaviri Ekrem Serim'in burdan görülebilecek sözleri bunlar) bizler büyük yanlışlardayız.

Velhasıl, örneklerin ucu bucağı yoktur. Son 8 seneye google vasıtasıyla ufak bir bakışla bile nice örnek görülecektir.

Ben de bu vesileyle Suat Kılıç vekilimin(kanunen benim de vekilimdir ya) pek de güzel bir `tweety` sözüyle bitirmek isterim.
"Protesto edeceksen, hizmeti üreteni değil; yararlanmayarak, beğenmediğin hizmeti protesto edeceksin...Ben bu hizmeti beğenmedim, bundan istifade etmiyorum diyeceksin..."

Vekilim çok haklı. mesela ben İstanbul'da ulaşım hizmetlerini beğenmiyorum. Ancak yetkilileri protesto etmemem gerekli. Onun yerine arabamı sattım, Akbil'imi de kırdım ve ilahi sonsuzluğa kadar evimde oturacağım.
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazar, Ocak 16, 2011 0 yorum
Etiketler: Siyaset, Türkiye
14 Ocak 2011 Cuma
Sonuçsuz Bir Telefon Konuşması'ndan
Hastayım bu adama. Hasan Hüseyin Korkmazgil...Böyle adamlar varsa da sıklıkla, biz diğer fanilerin bu tür ötelerde bir yerlerdeki adamlara rast gelmemiz çok nadirdir..
Böyle bir iyi niyet, böylesi bir muzdariplik, bunca içtenlik, bitmez bilgelik...

Daha önce de paylaşmıştım. Daha da okuyacak, yazacak, paylaşacağım..Öncekiler aşağıda


Yaşlı Yanılgı
Hasan Hüseyin Korkmazgil




Bu sefer Sonuçsuz Bir Telefon Konuşması şiirinden bir pasaj..


Yoruldum be çocuklar!
Bunaldım bağırmaktan
Kocaldım be çocuklar!(*)
Unuttum neresiydi,
Bilmiyorum nerdedir,
Nasıldır bilmiyorum.
Bir yerler vardır elbet,
Bildirin bir yerlere çocuklar.
'Geceler bozuk' deyin,
'Gündüzler bozuk' deyin,
Yaşamak be çocuklar
'Yaşamak bozuk' deyin.


(*) Kocalmak = Kocamak


Hasan Hüseyin
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Cuma, Ocak 14, 2011 0 yorum
Etiketler: Edebiyat, Hayat, Şiir
ABD Eyaletleri - Dünya Devletleri GSMH kıyası
Economist'in GSMH(Gayri Safi Milli Hasıla) bakımından ABD eyaletleri ve dünya devletlerini eşleştirdiği enteresan bir link var aşağıda. 73 milyon nüfuslu Türkiye'ye toplam GSMH bakımından 12 milyon nüfuslu Illinois tekabül ediyor.. Bu harita zaten bilinen birtakım gerçekleri açıkça görmek için de iyi bir vasıta. Örneğin 4 milyon nüfuslu ufak ABD eyaleti Oregon'un 170 milyona yakın nüfuslu Pakistan ile takriben aynı GSMH'ye sahip olması gibi dramatik durumlar sözkonusu... Figürler "resmi" rakamlara göre yapılmış. Hem GSMH hem nüfus kıyası var ve bunlar ilgili ABD eyaletiyle en yakın rakama sahip olan ülke seçilerek yapılmış. Şurdan buyurun:

http://www.economist.com/blogs/dailychart/2011/01/comparing_us_states_countries
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Cuma, Ocak 14, 2011 0 yorum
Etiketler: Ekonomi
13 Ocak 2011 Perşembe
Gerekirse 90 bin şehit daha mı?

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/16723321.asp?gid=373

Bu haberin ve haberde söz konusu olan açıklamanın üzerine yazacağım bugün.

Ahmet Davutoğlu hazretleri buyurmuşlar ki:
“Gerekirse bir 90 bin şehit için daha and içtik”




Bakın Vatan ve Millet kavramları üzerine olumlu duyguları olan insanları anlarım ve bu duygularda var olan samimiyet ve icra kabiliyeti ölçüsünde kimi zaman onlara katılırım. Ancak bu işin lafını ve edebiyatını, hele ki toplum içinde ve önünde yapanlara zerre saygım olamaz. Hele ki Sarıkamış üzerine bu lafın edilmiş olması, apayrı bir anlam taşıyor. Laf Milliyetçiliği üzerine bir yazım olmuştu zamanında bu blogda ve bunun, bilhassa bu ülkede yaşadığımız çerçevedeki tezahürü üzerine birtakım sözler etmiştim. Vatan ve millet sevgisi konusunda dramatik laflar etmenin pratikte hiçbir anlamı olmadığından ve özellikle ülkemizde asırlar boyu bunun laf boyutunda kalıp da insanları galeyana getirmek ve iyi ya da kötü niyet fark etmeksizin kandırılmak amacıyla kullanıldığını biliyoruz. Gördük. Görüyoruz. Gerçekten icraat ile bu faydayı ve olumluluğu yaratan insanlardansa sözle bu duyguyu kullanan insanların varlığına ve takdir edilmesine şahit olduk. Şahidiz. Laf Milliyetçiliği üzerinden prim toplayanların gerçekte yaptıkları belki iyi niyetli ama yerinde ve zamanında olmadığından dolayı gerçekçilikten uzak, hayalperest işlerin korkunç zararlarını gördük, görüyoruz, göreceğiz.(Birkaç basit örnek: Turancılık, Osmanlıcılık, Panislamizm vs. vs.)


Bakın, mühim olan "gerekirse veririz" demek değildir aslında. Mühim olan bunun için oluşacak şartlardan kaçınabilmektir. Akıllı politika bunu gerektirir. Bu tür sözleri etmek son derece zahmetsizdir. Hamaset edebiyatı politika yapmanın kolay yoludur. İnsanların ruhunu okşar, "heyhat" nidaları yaratır. Ancak ateş düştüğü yeri yakar ve ölenler ve yakınları dışında bu haller kimsenin umuru olmaz. Gerekli olan "vatan sağolsun" 'u duymak ve hislenmek değildir, onu duyurtmayacak kalibrede ve kuvvette olabilmektir.


1914 Aralık-1915 Ocak tarihleri arası, daha henüz Ekim ayında savaşa girmiş Osmanlı Ordusu Sarıkamış taarruzunu gerçekleştirip de çoğu tek bir kurşun sıkmadan iklim koşulları, ikmal sorunları ve hastalık nedeniyle 90 bin olarak tahmin edilen sayıda şehidini kar örtüsünde kefensizce mezara koydu. Diğer komutanların telkinlerini dinlemeksizin, uyarıları yok sayarak 3. Ordu'ya ilerleme ve taarruz emrini veren zat askeri taktik ve stratejiden bihaber, burada üzerine kötü laf etmeye bile değer bir adam olarak dahi görmediğim hülyaperest Enver Paşa idi. Bu kapsamda bir ilerleme ve taarruzun böylesi zorlu kış ve dağ şartları altında, hangi nedenlerle ve arka plan ile, henüz daha savaşa gireli daha 2 ay olmuş olmamışken; zaten asker, teçhizat ve kaynak sıkıntısı içine gireceği aleni olan Osmanlı Ordusu'nun Kafkas Cephesi'nde doğru düzgün bir savunma hattı dahi tasarlanmamışken; Osmanlı Ordusu'nca icra edildiği, ucu bir Almanya'ya diğer yanda Turan'a dek uzanan spekülatif bir alandır. Her ne olursa olsun, son tahlilde, orada ölmemesi imkan ve ihtimal dahilinde olan 90 bin asker, bir hülyaya kurban verildiler. Sarıkamış'ta tabiata karşı bozgunun bedelini savaşın geri kalan kısmında Osmanlı Devleti/Ordusu ve de o bölgede yaşayan insanların/halkların tümü çok ağır bir şekilde ödediler. Sarıkamış olmasaydı, orada 90 bin asker durduk yerde bir hiç uğruna şehit verilmeseydi, salt o 90 bin asker kurtulmakla kalmayacak, ve daha da yüz binler kurtulabilecekti.


İnsanoğlu "kötü" ve "kaçınılamaz" ile burun buruna geldiği zaman akıl ve sağduyunun ortadan kalktığı, sadece anlık güdülerin konuştuğu bir ortam doğar. İnsan, başka kaçış ve çıkış yolu göremedğinde otomatik olarak bu yollara sapar ve buna binaen yapmış olduğu hareketlere gelecek tepkiler daha vahim olayları doğurur. Nihayetinde "filler tepişiyor" iken çimenler ezilmekle kalmaz, çimen tarlaları yanar, yok olur. Yok olan çimenlerin hesabını filler vermez. O nedenle kötü sonlarla karşılaşmayı engellemek için asıl olan, insanlık namına esas olan, insanı bu duruma düşürtmemek, durumu bu derecelere getirmemektir.


O bakımdan ben diyorum ki, "bir 90 bin şehit daha verdirmemeye and içtik"...
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Perşembe, Ocak 13, 2011 0 yorum
Etiketler: Askeri, İnsan, Siyaset, Tarih, Türkiye
Talas
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Perşembe, Ocak 13, 2011 0 yorum
Etiketler: Mimari, Şehir
Sixtus Skandalı
Bourbon-Parma Prensi Sixtus

Özellikle 1917 yılında uzayan savaş nedeniyle kaynakları tükenme ve imparatorluğu dağılma noktasına gelen Avusturya-Macaristan'ın yeni kralı Karl I, bu çöküşü önlemek için çoktan savaşı bitirme düşüncesine gark olmuş ve çabalarına girişmiştir. Bu çabalarına bir sonuç verdirmeye çalışan Karl, Belçika ordusunda subay olarak görev yapan Bourbon-Parma sülalesinden uzak akrabası(Devrin Avrupası'nda karmaşık evlilikler pek çok aristokrasiyi ve monarkı uzun asırlardır çoktan birbirine bağlamıştı) Prens Sixtus'u arabulucu olarak kullanarak Almanya'dan habersiz olarak İtilaf devletleriyle barış anlaşmasına varmaya girişiminde bulunmuştur. İki tarafın istediği şartların uyuşmaması(konjonktür nedeniyle uyuşması da mümkün değildir) nedeniyle bu görüşmeler başarıya ulaşmamış, daha sonra ise Fransız başbakanı Georges Clemenceau'nun yönetiminde Fransız diplomasisi akıllı bir hamleyle teklifin ve görüşmelerin tutanaklarını uluslararası düzeyde sızdırınca skandal, Almanya ve Avusturya-Macaristan ilişkilerinin gerilmesine ve ittifak yönetimleri içinde güvensizliğe yol açmış, daha sonra ise bu durum 1918 yılında Almanya'nın Avusturya-Macaristan yönetimine alenen olmasa dahi önemli bir derecede el koymasına ön ayak olmuştur.
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Perşembe, Ocak 13, 2011 0 yorum
Etiketler: Askeri, Diplomasi, Tarih
12 Ocak 2011 Çarşamba
L'Animal Indirect / Dolaylı Hayvan

"Alors que les bêtes vont directement à leur but, il se perd dans des détours; c'est l'animal indirect par excellence."

Hayvanlar hedeflerine doğrudan giderken, o, dolambaçlarda kaybeder kendini; tam anlamıyla dolaylı hayvan odur."

E.M.Cioran

Gönderen Thermo Rheumon zaman: Çarşamba, Ocak 12, 2011 0 yorum
Etiketler: Felsefe, Français, İnsan
09 Ocak 2011 Pazar
Unutulmayacaklar - 1

Eğer bana bir gel gel olsa yüceden,
Çırpar kanadımı uçar giderim,
İsteğim yok gündüz ile geceden,
Ben Mahzuni'yim, naçar giderim.
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazar, Ocak 09, 2011 1 yorum
Etiketler: Anadolu, Edebiyat, Unutulmayacaklar, Şiir
04 Ocak 2011 Salı
Gecenin Menüsü - 7

1- Young Galaxy - Swing Your Heartache

2- Nur Yoldaş - Sultan - ı Yegah

3- Moloko - Cannot Contain This

4- Counting Crows - Colorblind

5- The Raveonettes - Love in a Trashcan

6- Eddy Grant - Gimme' Hope Joanna

7- Lou Bega - I Have a Girlfriend Everywhere

8- Aşık Mahzuni Şerif - Sarhoş (Han Sarhoş Hancı Sarhoş)

9- Manga - Hayat Bu İşte

10- Ezgi'nin Günlüğü - Gemi

Bu hafta biraz eskiciyiz. Bitpazarına nur yağdırıyoruz.
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Salı, Ocak 04, 2011 0 yorum
Etiketler: Gecenin Menüsü, Müzik
02 Ocak 2011 Pazar
Kürk Mantolu Madonna
Öncelikle bu kitabı çok sevdim,onu belirteyim. Ancak "o vurucu etki"yi bende yapmadı.

Kitapların vurucu etkisi insanların kitabın dokunduğu, daha doğrusu neşter attığı konuları daha evvelden etraflıca düşünüp düşünmediğiyle, bunlarla ilgili karar ve yargılara varıp varmadığına, yahut bir sonuca varmasa bile mevzu hakkında kafasında belli bir öncül ve düşünsel kırıntı bulunup bulunmadığına bağlı olarak değişir.

Ben bu kitabı okuduğumda kitabın dokunduğu mevzulara dair (kendimce) bir takım yaşam evreleri tecrübe etmiş,(yine kendimce) bolca kafa yormuş, belli hükümler vermemiş olsam da belli çıkarımlara ve ön kabullenmelere varmış bir kimse idim. Kitabın pek çok noktasında kendimden de birşeyler bulduğumu söyleyebilirim; küresel nitelikte insani olgular barındırsa da bu coğrafyanın insanına daha yakın bir yerli karakter var. Bulmadığım noktaları da hissedebildim `empatik` biçimde.

Her halükarda, dönüp baktığımda, kitapları alt çizerek okumaya başladığımdan beri çizgi sayısı bakımından en yoğunluklu kitaplardan olduğunu görüyorum.Kitapta var olan ince bir şekilde yerinde dile getirilmiş ve muazzam nitelikte tespitlere dikkat vermeden geçilmemeli kat'iyen. Kitabın edebi değeri muazzamdır. Penceresi örtük insanların içine tutulmaya çalışan, bir çizikle kenarından çatlamış bir düz ayna gibidir. İnsanı iyi tanıyan bir yazardan büyük soruların ve büyük `hülya`ların zor ve fırtınalı kitabıdır Kürk Mantolu Madonna.

Fakat öte yandan da `Raif Efendi` karakterini biraz fazla saf bulduğumu da belirtmeden geçemem, her ne kadar yazar, adamın iç dünyasına ilişkin detayları etraflıca verse de, yahut belki de 30'lu yıllar insanı düşünüşünün bugünküyle paralel olmadığı gerçeğini bilsem de. `Maria Puder` de tam tersi gerçek üstü derecede "bilmiş" ve "aykırı" gelir; yazarın bu detaylı karakter çözümlemeleri güzel olmasına güzeldir de, dikkatli bir okuyucu yer yer karakterlerin evvelkilerle/sonrakilerle çelişen söylemlerini veya hareketlerini fark edebilir. Belki de yazar gerçekçilik adına bunlara dokunmamış olabilir, ya da hiç farketmemiş de olabilir.

Berlin'de bir sene soğuk ve gri havalarda dur durak bilmez uzun yürüyüşlerle yaşamış bir kimse olarak kitaptaki çoğu bölümün berlin'de geçmesi nazarımda ayrı bir hava yaratmıştır. kitaptaki Berlin tasvirleri(daha çok batı kısmında geçer şehrin) kitabın havasına uygundur, ancak şehri tasvirde pek de detaya inilmemiştir.

Kitaptan birkaç alıntıyla kitabın güzel anlatılarını aktarmak isterim.

Çaresizlik, arayış ve kırıklık

"Hiç kimsenin kabahati yok...Hatta benim bile!.."
"Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?"
"Hayatta hiçbir zaman kafanızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim."
"kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, habeim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım."
"Başka yollardan gittiğimiz halde ikimiz de aynı neticeye varmışız. İKimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı..."

Menfaat

"Herkesin Almanya'yı kurtarmak için kendine göre bir fikri vardı. Fakat bütün bu fikirler hakikaten Almanya'ya değil, her birinin şahsi menfaatlerine bağlıydı."
"...Kendisinden para alan insanlara karşı birdenbire değişiyor ve buna galiba "meslek ahlakı" diyor. "Kazanç ahlakı" dese daha doğru olacak."

Değer mefhumunun öznelliği üzerine:

"Siz benim Atlantik'teki işimi belki pek hazin buldunuz, halbuki ben onun böyle olup olmadığının farkında bile değilim..." "...O zaman kendi istediğimi değil, benden istenileni yapmaya mecbur olacağım...Asla...Asla...Vücudumu pazara çıkarmayı tercih ederim...Çünkü onun bence ehemmiyeti yok..."

ve bunların yanında hikaye akışı içinde anlam kazanan bir dolu cümle.

Gitti Sabahattin Ali de Raif gibi gitti. Bu böyle olmamalıydı.
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazar, Ocak 02, 2011 0 yorum
Etiketler: Edebiyat, Hayat, İnsan
27 Aralık 2010 Pazartesi
Ural-Altay Dilleri

Ural-Altay dil grubu, Ural ile Altay dilleri arasında doğrudan organik bağ bulunmadığı gerekçesiyle, yani bir Proto Ural-Altay dili bulunmadığı veya saptanamadığı için 1960'lardan beri artık kabul görmemekte olan dil ailesi hipotezidir.


Ancak Ural ve Altay dilleri çok net birtakım benzerlikler göstermektedir. Her ikisindeki ortak dil bilgisi özellikleri çok belirgindir ve temel noktalardadır.


Her iki grupta da:
1- Sondan ekleme/türetme (Agglutinasyon)
2- Ünlü uyumu
3- Özne-nesne-fiil (SOV) dizilimi
4- Cinsiyetsizlik(feminen-maskülen ayrımının yokluğu)


görülür.


Velhasıl sıkıntı kelime dağarcığı noktasında başlar. Ural ve Altay dilleri arasında aynı kökten olduklarını belirtecek bir kökensel dağarcık benzerliği sözkonusu değildir. (Hint-Avrupa dilleriyle karşılaştırınız: Farsça - birader, Almanca- bruder ; İngilizce - star, Farsça - sitare)


Gramer benzerliğine rağmen kelime kökleri aynı veya benzer değildir, kişi zamirleri gibi küçük istisnalar haricinde büyük oranda farklılık gösterirler. Belli başlı birtakım benzer kelimeler vardır. Ancak bunlar "loanwords"(kiralık kelimeler) olarak tanımlanmaktadır. Zira Altaik ve Uralik insanların birbirine yakın bölgelerde, benzer yaşam tarzıyla yaşadığı bilinmekle beraber, bunların birtakım bir arada yaşam yahut ticaret ilişkileri içine girdiğine dair kuvvetli bulgular vardır.


Bu kadar gramer benzerliği bir yandan, akla şöyle bir olasılığı getiriyor:


Ural-Altay insanları tarihin bir noktasında belli bir ortak dili konuşurken bir noktada dağılarak ayrılmış ve bu gruplardan biri, başka insan gruplarıyla karşılaşmak suretiyle benzer gramer üzerine farklı ve yeni bir kelime dağarcığı inşa etmiş olabilirler.


Japon ve Kore dillerinin Altaik statüsü halen bir ölçüde tartışmalıdır. Ancak bu iki dil hakkında pek detay bilmediğim için buna girmekten kaçınıyorum.
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazartesi, Aralık 27, 2010 2 yorum
Etiketler: Arkeoloji, Dilbilim, Tarih
Türkiye'de Enflasyon

"Hakikaten anlamadığım bir durum var: Kimi insanların iki otomobili olur, birini karısı, diğerini kendisi veya oğlu kullanacaktır. Beş tane yardımcısı da olabilir, pekala. Peki ama, bir adam beş yatı niye alır, beş yat ne işe yarar?!Haydi birisiyle oğlu geziyor diyelim, diğerinde kendisi geziyor; diğerleri ne oluyor, orada burada çürüyor!

Garip bir tüketim bu. Kendi işleyerek kazanılmamış olan bu paranın yatırıldığı yerler biraz kontrol edilseydi, bu kadar büyük krizlere girilmezdi. Hiçbir şey üretmiyorlar; tüketmiyorlar bile; çürütüyorlar...

Bence enflasyonun Türkiye'deki en kötü etkisi, usulsüzlükleri ve kanunsuzlukları, suç sayılabilecek ve herkesi etkileyecek her türlü meseleyi olağan hale getirmesi. Türkiye'deki bütün düzeni bozdu enflasyon. "Namus kalmadı" diyebilirsiniz tırnak içinde, nasıl söylersiniz bunu bilmiyorum, ama böyle.


Bence Türkiye'de parayla oynamanın hiçbir pis tarafı kalmadığı zaman, "Ekmek parası ablacığım" dendiği zaman, köşedeki limon satandan en yukarıdaki bankacıya kadar herkes bu işe daldı ve pislendi, kirlendi hepsi. Onun için, şunu yapmış-bunu yapmamış, o olmuş-bu olmamış, o temiz insandır-bu kirli insandır diye bir şey yok. İçine girince onlar da kirleniyorlar tabii. Bankacılar veya büyük tüccarlar, sanayiciler veya alelade vatandaş...Hepsi düzenbaz oldu, bu hakikaten çok kötü bir şey.

Bu durum aslında tüketim toplumu dediğimiz toplumun ortaya çıkması; yani herkesin yerini belli etmek için belirli bir frapan tüketime dönmesi, kanaatkarlığın değil de, parasına göre yaşama alışkanlığının olması. Bu, paranın oynaklığıyla ilgili."

Prof. Dr. Mübeccel Kıray
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazartesi, Aralık 27, 2010 0 yorum
Etiketler: Ekonomi, Sosyoloji, Türkiye
26 Ekim 2010 Salı
Tabağımda bulut, kadehimde gökyüzü

"Apostol bu ne biçim meyhane?
Tabağımda bir bulut, kadehimde gökyüzü."

Oktay Rifat


Fotoğraf: tehanu_f tarafından, adres: http://www.trekearth.com/gallery/Middle_East/Turkey/Marmara/Canakkale/Bozcaada/photo719719.htm
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Salı, Ekim 26, 2010 0 yorum
Etiketler: Kısa Kısa, Şiir
16 Ekim 2010 Cumartesi
Romance
"He's incredible!!He's Andy Capp!!"
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Cumartesi, Ekim 16, 2010 0 yorum
Etiketler: English, Karikatür, Mizah
10 Ekim 2010 Pazar
Yaşlı Yanılgı
bir ülke ki hiç gitmedin
bir deniz ki hiç yüzmedin
bir orman ki yaslanmadın yeşil serinliğine
ya sen neyi özlersin ey kuzucuğum
anlat güzel günleri anlat bütün gücünle
ama özlemee
çünkü sen hiç görmedin ki guzel gunleri


Hasan Hüseyin
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazar, Ekim 10, 2010 0 yorum
Etiketler: Kısa Kısa, Şiir
23 Eylül 2010 Perşembe
Uyur İdik Uyardılar!
Uyur idik uyardılar,
Diriye saydılar bizi,
Koyun olduk ses anladık,
Sürüye saydılar bizi..


Sürülüp kasabaya gittik,
Kanarada mekan tuttuk;
Didar defterine yettik,
Ölüye saydılar bizi..

Halimizi hal eyledik,
Yolumuzu yol eyledik,
Her çiçekten bal eyledik,
Arıya saydılar bizi

Aşk defterine yazıldık,
Pir divanına dizildik,
Bal olduk, şerbet ezildik,
Doluya saydılar bizi..

Pir sultan'ım haydar şunda,
Çok keramet var insanda,
O cihanda, bu cihanda,
Ali'ye saydılar bizi..


Pir Sultan Abdal
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Perşembe, Eylül 23, 2010 0 yorum
Etiketler: Edebiyat, Kısa Kısa, Şiir
15 Eylül 2010 Çarşamba
Termö Römon Şarkıları

Ben anlamam bu işlerden.
Ne hayata kafam basar, ne de ötesine.
Bir sikim beceremez elim kolum, atıl durumdadır beynim ve bedenim
Anca varsa yoksa kendim, kendime yazar söylerim

İşim gücüm yoktur benim
Varı yoğu kendime iş bellerim
Verimim ilerlemem vaki olmaz,
Her gün herkesten aynı sözü dinlerim.

Kendim dünyaya aynı şeyi söylerim
İfade edemem, budur kaderim,
Yoktur ala cihanda bir eşim,
Neylesin sözünü şu alem ben gibi keşin

Dünyada hırsı balon gibi patlatmışım
Gayrı hazları çoktan atlatmışım
Hevesi yarı yolda üstümden atmışım
Sıkıntıyı tütünden dal dal katlatmışım

Fışkırır hale geldi ruh-ı mücerred gibi yerden naaşım
Yine yükselmedi arşa bir türlü başım,
Gün ışığında hisse aradım,
Bedeli çok geldi alamadım.

Yüzyıllar biner üzerime,
Bindirir yükünü tinime,
Çağlar vurur zihnime,
Yansır kederleri inime.

Küspem çoktur yediğimden,
Aramam fazlasını verilenden,
Soldu güllerim yediverenden,
Başka ne diyeyim, zaar ecelden!

Sıkıntım gün be gün artar
Yenilik evrende ne arar
Elde yok kar zarar
Nöronlar her gün beni tartar

"Birşey" olmamaktır çabam,
Sınırlıdır hep olan biten,
Ne yaparsam yapam,
Gitmez öteye klişeden

Şu kilidim çözümsüzdür,
Bitap bünyem yükümsüzdür
Beyhude varlığım yönsüzdür
Her eylediğim hükümsüzdür

İçemedim pınarlardan kana kana
Dönemedim tozlu yollardan yaya
Sürülmez oldu topraklarım yana yana
Düştüm sarp dağlar arası bir faya

Arayan var zaman zaman
Gelen var kapımdan
Soran var halımdan
Zayi hepsi şu çürümüş dimağdan...

Takılmışım bir anda
Sarar geri arada
İleri gitmez hiçbir eda
Sonraya umuttur beslediğim..

Potbori - Strazburg Güzellemesi


Alsas'ın bağrından kopup gelmişem,
Lorraine'in bağlarını versen nidem,
Bourgogne'da büyük dara düşmüşem,
Kurtar beni zalımdan Jean d'Arc,
Kaderin gri ellerine düşmüşem.

(Şantör Aşık Fransuva'dan)
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Çarşamba, Eylül 15, 2010 0 yorum
Etiketler: Tribal, Yarı-Saçmalık, Şiir
07 Eylül 2010 Salı
Beyrut
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Salı, Eylül 07, 2010 0 yorum
Etiketler: Mimari, Şehir
05 Eylül 2010 Pazar
Bath
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazar, Eylül 05, 2010 0 yorum
Etiketler: Mimari, Şehir
İdrak ve Kırıklık Devri?


Aslında dolaylı olarak Aşağı Türleşme Devri adlı birkaç ay önceki yazımdan ilham alan bir yazı bu.

O yazıya "Outlaw" şöyle bir yorum yapmıştı önceki gün:
"alinti nereden bilemiyorum, ama hobsbawm'in son dönemlerde verdigi ropörtajlarda "hala umut var" tarzi bir söylemi var bildigim kadariyla. ancak kendi mensubu oldugu kesimin, kp'lerin devrinin kapandigini savunuyordu. sanirim bu sözlerle kastettigi daha cok böyle bir sey..."

Benim cevaplarım da şu şekilde olmuştu.

Alıntı "Yeni Yüzyılın Eşiğinde"'den.

Her insan için elbet umut vardır, ve beraberinde umudun "bir gün" muhakkak gerçekleşeceği sanrısı da gelir;zira umut olmaksızın anlam yitecektir.

Hobsbawm'ın sözünde de umut farkedilebiliniyor, belki de o şekilde olmadıysa da beriki bir şekilde umduklarının gerçekleşebileceği inancındadır..

Bunun yanısıra çeşit olması açısından şu alıntıyı da vereyim; Kısa 20. yüzyıl-Aşırılıklar Çağı kitabında Britanyalı müzisyen Yehudi Menuhin'den bir alıntı vermiş Hobsbawm kitabın girişinde, muhtemelen kendisi de bu alıntıya sempati duyduğundan:

"20. yüzyılı özetlemek gerekirse, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz."

Bütün bunların üzerine kafa yorarken, bu soru-cevap seansının aklımdaki bir takım şeylerle birleşmesiyle nöronlarıma saplanan birtakım noktalar oldu.

Aslında bu yüzyılın insanlık tarihi açısından da sahip olduğu yahut olacağı önemi saptamaya çalışıyorum.(Evet, biraz iddialı, farkındayım)

İnsan türü çok önemli bir evreden geçiyor..Bu belki de bir öze dönüş yolculuğunun başlangıcı mı?

Yukarıdaki cevapta vermiş olduğum, 20. yüzyılın en büyük keman sanatçılarından biri(kimince en büyüğü) olarak kabul edilen, 20. yüzyılın büyük bir kısmını görmüş ve yaşamış müteveffa zat Yehudi Menuhin'in yapmış olduğu tespit çok önemli.

"20. yüzyılı özetlemek gerekirse, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz"...

20. yüzyıl aslında olan biten açısından çok hararetli bir yüzyıl olmakla beraber, tarihsel ölçekte mevcut olan hal ve gidişattan, yani statükodan yana bir kırılma değil, statükonun doğrudan tezahürüdür. Bireysel ve toplumsal tecrübenin yoğunluğu dönemidir. Dinamik, hızlı bir akış dönemidir.

20. yüzyıl esasında bir bilinç çağıdır da. İnsanlığın bir şeyleri anlayabilmesi ve değiştirebilmesi için büyük acılar çekmesi gerektiğini, bütün bunları yaşamadan hiç bir değişimin mümkün olamayacağını bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Değişim bir süreç halinde gelse ve sancılı da olsa, "Acı yok Rocky!" diye yola devam edebilmektir mühim olan.Fakat insanoğlu herhangi bir değişimin değişme isteğini ve dolayısıyla talebini ortadan kaldırabilecek potansiyelde korkunç sonuçlara neden olduğunu görmüştür. Çok kısa bir kuşak devresi içinde tecrübe ederek öğrenmiştir. Her kalıntının temizlenmesi, oluştuğu ve yaşadığı zamanın birkaç katı kadar zaman alır. Öyleyse "Adem"'in hayatının kalıntılarını dahi yaşamaktayız biz burada, ve çok eskilerden, yıllardan asırlardan çağlardan devirlerden beri oluşagelmiş kollektif bilinç, kültür ve mentaliteleri, "insan doğası" olarak adlandırdığımız tabiat halet-i ruhiyesini bir yaşamlık sürelerde ortadan kaldırmak mümkün değil. Uzun sürede "ortak iyi" adına müspet addettiğimiz bir "değişim"in gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise tamamen amaçlanan şeye göre doğru sayısını ölçmek mümkün olmayan tesadüflerin doğru sıra, zaman ve şekillerde meydana gelmesiyle mümkün olacaktır; tıpkı da bugün içinde yaşadığımız ortam, bulunduğumuz durum gibi aslında..

İnsan, umutların yeşermesi için uygun olduğunu düşündüğü bir atmosferde, umudu ekmek olarak ele aldığı geçtiğimiz yüzyılda imkansızlığı ve kırıklığını bütün ağırlığıyla her alanda yaşamıştır. Yanlış anlaşılmasın; ben olayı sadece savaşlarla falan sınırlamıyorum, bu çok fazlasıyla eksik ve mantıksız olur. Benim kapsamım sonsuzluğa uzanan bir düzlemde tüm her şey..

Bu yüzyıl ise bence bütün olguların idrakı ve kırıklığın içselleştirilmesi devridir..Halihazırda dünyayı çok büyük ölçüde çoktan değiştiren, daha da değiştirmeye aday,dünyaya aslında çok büyük ölçüde katmış ve katacak iki unsur var.. Paylaşım ve Hareketlilik. Internet ve de yaygın+hızlı fiziksel insan mobilitesi çıktı çıkalı ve kullanımı gitgide milyarlara yansıdıkça, ve bütün bunların yansıma etkileri(yani 3. kişilere tezahürü) katlandıkça her bir bireyde ve toplumda fikirlerin, bilgilerin, düşüncelerin, kültürlerin, bakış açılarının, teknolojinin, üretilen her türlü maddi ve manevi varlığın(fikri/sınai metalar, eşya vs.) ve esasen insan tavrının,düşünüşünün ve mentalitesinin tüm yönleri, ve hatta bunun yanısıra tabiatın sahip olduğu bütün materyaller, özellikler, mekanlar ve sırlar, halen yolun başında olunmakla birlikte, tüm insanlar nezdinde ortaya dökülüyor. İnsan Aslında çok farklı olduğu sanılan noktalarda sonsuz sayıda ortak nokta bulunuyor. Ve her şey aynı kapılara çıkıyor. İnsanlar geniş skalada kendi acziyetinin, zayıflığının farkına varıyor. Aslında daha en antik olduğunu düşündüğümüz çağlarda bile, insan üzerine söylenebilecek her şey zaten çoktan söylenmiş durumdadır. Bunları ilk söyleyenlerin üzerine, yahut onlardan sonra yazılanlar, malumu farklı farklı üslup ve biçimlerde ilamdan, mufassal(ayrıntılı) kıssayı efsaneleştirmekten öte çabalar değildir. Ancak insan türü, bu çağda tutulan aynayla bunu geniş ölçekte,doğrudan görüyor, tecrübe ediyor, yaşıyor..

Bu çağ, gerçekliğin, yıkımın ve ziyanın idrakı ve bunun yarattığı kırıklığın devridir...

Gelecek çağlar insan türünün bu idrak eşliğinde kırıklıktan kurtulmaya, çaresiz duruşunu ve görünümünü aşmaya çabalayacağı devirler olacaktır, ve bu da kendi gerçekliklerini her daim reddeden insan türü için, eski çağlar gibi, ve onlar kadar, sıkıntılı olacaktır. İnsan öz arayışı içine girecek ve ona dönmeye çalışacak, doğasına ve kimyasına uygun hale dönüş istemi ve arayışı, halihazırda mevcut ve baskın olan olgu ve unsurların yerlerini uzun vadede baskın çıkacak yenileri alana kadar gelecek çağların belirleyicisi olmaya devam edecektir...


Post Scriptum: Resim Stuff No One Told Me- stuffnoonetoldme.blogspot.com adresindendir.
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazar, Eylül 05, 2010 0 yorum
Etiketler: Gidişat, İnsan, Tarih
Ålesund
Gönderen Thermo Rheumon zaman: Pazar, Eylül 05, 2010 0 yorum
Etiketler: Mimari, Şehir
Önceki Kayıtlar Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)
Ruhani Lider
Fotoğrafım

Thermo Rheumon
Sapkın Derviş,Bipolar Insomniac, Turcopolis, Kapikulu

Profilimin tamamını görüntüle
Dergahname
Destur!

Fikir : Kerameti kendinden menkul Hz. Thermo Rheumon Efendi'ye aittir.
Girizgah Resmi : Victoria - Revolutions adlı oyundan alıntıdır.
Zikir: Cümlemize aittir.

Bütün bu yeni ihdaslarla birlikte dergah olarak kurumsal kimlik ve tüzel kişilik kazanıyoruz. De hu!
Nerden Yakiim Birader?

Tribal (38)
Tarih (27)
Müzik (23)
Şiir (22)
Siyaset (18)
Edebiyat (15)
Kısa Kısa (15)
Futbol (12)
Türkiye (12)
İnsan (10)
Askeri (7)
Felsefe (7)
Gecenin Menüsü (7)
Anadolu (6)
Hukuk (6)
Mimari (6)
Şehir (6)
English (5)
Sosyoloji (5)
Hayat (4)
Kitap (4)
Mizah (4)
Ne oldu onlara? (4)
Ekonomi (3)
Gidişat (3)
Psikoloji (3)
Sinema (3)
Nüfus (2)
Seyahat (2)
Televizyon (2)
Toplum (2)
Unutulmayacaklar (2)
Yeme-İçme (2)
Alkol (1)
Apaçi (1)
Arkeoloji (1)
Atatürk (1)
Bilim (1)
Deprem (1)
Dilbilim (1)
Diplomasi (1)
Dostluk (1)
Dünya (1)
Eleştiri (1)
Festival (1)
Français (1)
Hikaye (1)
Hiçlik (1)
Kanama (1)
Karikatür (1)
Kültür-Sanat (1)
Mitoloji (1)
Planlama (1)
Portugues (1)
Resim (1)
Tatil (1)
Trajikomik (1)
Varoluş (1)
Yarı-Saçmalık (1)

Normlar Hiyerarşisi

▼ 2011 (19)
▼ Mart (1)
Varoluşun Sertifikası
► Şubat (4)
► Ocak (14)

► 2010 (32)

► 2009 (30)

► 2008 (66)

► 2007 (3)

Müritler
Derviş Sayısı
HTML hit counter - Quick-counter.net
Dervişlerin Ocakbaşı

320x : Hayata İnat Susuyoruz!
Aceto Balsamico
aeterno modo
dardanos
FlyingDutchman
Mezzo Morto

Ara ki Bulasın


powered by


Varsa Son!

"Ve sonunda, hiçbir şey hiçbir şeye çıkmaz..."

Hz. Thermo Rheumon

No comments:

Post a Comment